Bugün 15 Şubat Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo çerçevesinde yakalanıp Türkiye’de tutuklanmasının 24. yıl dönümü. Abdullah Öcalan 24 yıldır İmralı Cezaevi Adası’nda tek kişilik hücrede insanlık dışı uygulamalarla esaret altında direnişini sürdürüyor. Uluslararası komplo 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den ayrılıp Atina, Rusya, İtalya ve Kenya üzerinden devam etti. 15 Şubat günü Kenya’nın başkenti Nayrobi’de yakalanarak Türkiye’ye getirildi. Uluslararası komplonun temel amacı Kürt Halkı’nın haklı onurlu mücadelesine ile Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile son vermekti. Ancak yapılan hesaplar ve planlamalar ve Abdullah Öcalan’ın İmralı adasında geliştirdiği paradigmasal hamleler ile komplo boşa çıkarıldı. Yıllardır İmralı adası ve Kürt Halkı’nın direnişleri sayesinde bugün dünya’nın birçok yerinde sayısız aydın, sosyolog, yazar, gazeteci, kurum ve kuruluşlar Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için mücadele vermektedir. Abdullah Öcalan Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Farslar ve daha birçok etnik grup tarafından Ortadoğu’da demokratik çözümün temsilcisi ve garantörü olarak kabul edilmektedir. Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması Kuzey ve Doğu Suriye’deki Rojava Devrimi’nde uygulamaya konuldu. Rojava Devrimi’nin etkileri sayesinde. dünyanın her yerinde insanlar onu Kürt sorununun barışçıl ve siyasi çözümüne yönelik diyaloğun en önemli ortağı olarak görmeye başladı.Kadın Koruma Güçleri YPJ’nin temelleri Abdullah Öcalan’ın yarattığı felsefe, çalışma ve değerlere dayanmaktadır. Bu nedenle, Öcalan’ın YPJ’nin kurulmasına yol açan çabalarına ışık tutmak ve Türk yetkililerin avukatlarıyla görüşmesine 4 yıldan fazla izin vermemesi nedeniyle kendisine karşı kurulan ve sonunda hapse atılmasına neden olan uluslararası komployu açığa çıkarmak istiyoruz.
Kürdistan bir sömürgedir
Abdullah Öcalan’ın rolünü doğru anlayabilmek için Kürtlerin yüzlerce yıllık zorunlu asimilasyon, baskı, katliam, savaş ve tarihini bilmek önemlidir. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Ermeniler ve Kürtler gibi azınlıkların yok edilip ve inkar edilmesi devlet tarafından aktif olarak uygulanan bir politika olmuştur.
Abdullah Öcalan 1949 yılında Urfa’nın Ömerli ilçesinin Halfeti köyünde doğdu. Öğrencilik yıllarında zamanını Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin metropollerinde geçirdi. 1968 yılında sosyalist hareketler tüm dünyada ve Türkiye’de güçlenmiş, Abdullah Öcalan çeşitli Türk sol hareketlerinin temsilcileriyle görüşmüştür. Bu dönemde Kürdistan’ın var olan durumu Abdullah Öcalan’ın çocukluğundan başlamak üzere ilgisini çekmiştir ve bu arayışlar üzerine ‘Kürdistan Sömürgedir’ açılımı ile Kürt Halkı ve Kürdistan’ın durumu ele alınmaya başlamıştır. Halkının gerçekliğini inceleyen Öcalan, Kürdistan’ın bir sömürge olduğu ve dolayısıyla bir kurtuluş mücadelesi verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Öcalan’ın sosyalist ilkeler temelinde bir grup öğrenciyi örgütlemesinin temel nedeni bu şekildedir. Örgütlenen ilk grup, halka yönelik siyasi seminerler düzenlemek, Öcalan’ın fikir ve bilgilerini yaymak amacıyla faaliyetlerine başladı ve 27 Kasım 1978’de Amed’in Lice ilçesi Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi kuruldu.
Öcalan’ın Suriye’deki sürgünü
O dönemde Türkiye’de askeri darbenin yaklaştığı açıktı. Abdullah Öcalan, yeni kurulan hareketi tehlikeye atmamak için 2 Temmuz 1979’da Türkiye’den ayrılarak Batı Kürdistan/Kuzey Suriye’deki Kobanê şehrine geldi. Toplamda 20 yılını Suriye ve Lübnan’da geçiren Öcalan, sürgünden başlayarak Kürdistan’daki ulusal sorunu halka anlatmaya çalıştı. Sonraki yıllarda durum Türkiye’deki Kürtler için giderek daha tehlikeli hale geldi. Cezaevlerinde sistematik işkence ve suikastlar ile Kürt halkına yönelik genel şiddet yaygınlaşırken, giderek daha fazla Kürt ve siyasi aktivist tutuklandı. Kürdistan İşçi Partisi bu zulümlere karşı mücadele edebilmek için 15 Ağustos 1984 hamlesi ile Kuzey Kürdistan dağlarında silahlı mücadeleye başladı.
Abdullah Öcalan her zaman kadın özgürlüğünü felsefesinin merkezine yerleştirmiştir. Pek çok durumda kadınları kurtuluşlarına yönelik adımlar atmaya motive etti. 1993 yılında Abdullah Öcalan özerk bir kadın ordusunun kurulmasını önerisinde bulundu. Bunu ilk duyduklarında birçok kadının bunu yapıp yapamayacakları konusunda güçlü şüpheleri vardı. Ancak Öcalan’ın önerisini hayata geçirdiklerinde adım adım özgüven eksikliklerini aşabileceklerini, kolektif bir güç geliştirebileceklerini gördüler. Kadın Ordusu (YJA-Star), bugüne kadar dünya tarihinde bu örgütlenme düzeyine ulaşan, doğası gereği ilk deneme olarak kabul edilen özerk bir ordu olma özelliğini korumaktadır. Kadın ordusu, kadınlara baskıya karşı mücadele edebilecek ruhu vermeyi amaçlamaktadır. Kadın ordulaşması bir baskı veya iktidar aracı olmayıp kadınların özgür iradesini ve gelişimini güçlendiren, eğitim, sanat, sosyal faaliyetler vb birçok konuda eşitliği yaratma örgütlenişi omaktadır.
1 Eylül 1998 ateşkes
Türk devleti, Özgürlük Mücadelesinin silahlı direnişini bastırmak amacıyla NATO’ya karşı talimatvari bir şekilde başvuruda bulundu. Bunun yanı sıra hareketin kitle tabanı da gün geçtikçe büyümekteydi. Öcalan, Kürt tarihini öğretmeye ve giderek daha fazla insanı sömürge karşıtı fikirleri çerçevesinde örgütlemeye devam etti. 1980’li yıllarda birçok lider, devrimci, aydın ve gazeteci, onun fikirlerini ve felsefesini tanımak için Suriye’de Öcalan’ı ziyaret etti. 1 Eylül 1998’de Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı’nın talebi üzerine Abdullah Öcalan ateşkes ilan etti. Öcalan’ın o dönemde bilmediği şey, kendisine yönelik kumpasın çoktan başlamış olduğuydu. Türkiye Cumhurbaşkanı Mesut Yılmaz, Eylül ayının ilk haftalarında Ortadoğu gezisi sırasında Ürdün, İsrail ve Filistin’de diplomatik temaslarda bulunarak Öcalan’ın sınır dışı edilmesi için Suriye üzerindeki baskıyı artırdı.
Bu görüşmelerde Ürdün istihbarat servislerinin Türkiye’nin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni ezmesine ve Öcalan’ı tutuklamasına nasıl yardımcı olabileceği konusunda gizli anlaşmalar yapıldı. Başbakan Süleyman Demirel, Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından şu açıklamayı yaptı: ‘Tüm uyarılarımıza ve barışçıl çabalarımıza rağmen Suriye devleti düşmanca tavrını sürdürüyor. Artık sabrımızın taştığını tüm dünyaya bilmesini istiyorum’
2 Ekim 1998’de Türk ordusu Suriye sınırına Hatay, Kilis ve Gaziantep (Türk Antep) yakınlarına asker yolladı. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Suriye’yi savaşla tehdit etti. Mısır ve İran’ın diplomatik arabuluculuk girişimleri gerçekleşti ve Tomahawk füzeleriyle donanmış bir ABD savaş gemisi Akdeniz’e girdi. ABD askerleri ve savaş uçakları da İncirlik’teki ABD üssüne nakledildi. Öcalan, savaşı önlemek için 9 Ekim 1998’de Suriye’yi terk etti. Bu an Öcalan’a iki seçenek bıraktı: Ya Kürdistan dağlarına gitmek, ki bu büyük olasılıkla Türkiye’nin oraya saldırmasıyla sonuçlanacaktı ya da Avrupa’ya yönelmek.
Komplo Atina’dan Rusya ve İtalya üzerinden Nairobi’ye doğru başlıyor
Öcalan Suriye’den Avrupa’ya gitmeye karar verdi. Başlatılan komplo, devrimcileri ve Kürt toplumunu büyük ölçüde öfkelendirmişti. Başta Türkiye cezaevleri olmak üzere dünyanın birçok yerindeki tutuklular, “Güneşimizi karartamazsınız” sloganıyla bedenlerini protesto aracı olarak kullanarak kendilerini yaktılar. Yalnızca 19 Kasım 1998’de 40 mahkum protesto amacıyla kendilerini ateşe vermişti. Moskova ve Almanya’da da kendini yakma olayları yaşandı. 9 Ekim’de ilk kendini yakma eylemini gerçekleştiren siyasi tutuklu Mehmet Halit Oral, veda mektubunda şunları yazdı: “Hiç şüphesiz Türkiye benim eylemimden dolayı geri adım atmayacak ama bu onlara bir şeyi açıklığa kavuşturabilir. Size en ufak bir zarar gelse tüm halkımız ayağa kalkacaktır. Çünkü bugün dünya bizden bahsediyorsa bunu tamamen sizlerin büyük çaba ve gayretlerine borçluyuz.” Öcalan, Avrupa’ya vardığında ilk olarak Atina’ya gitti ve orada yalan vaatlerle kandırıldı, ancak aynı gün ayrılmak zorunda kaldı. Duma başkanı Vladimir Zhirinovsky’nin daveti üzerine Rusya’ya gitti.
O andan itibaren Öcalan sürekli NATO gözetimi altındaydı. Öcalan’ın yakın temas kurduğu her ülke Türkiye ve NATO’nun diplomatik baskısına maruz kaldı. Türkiye Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov ile yaptığı görüşmenin ardından kendisini şöyle ifade etti: “Moskova akıllıysa Apo’yu desteklemez. Orada on milyarlarca dolarlık yatırımlarımız var. Avrupa ekonomik kriz nedeniyle Rusya’dan kaçarken biz de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu ilişkilerin gelişmesini istiyoruz.” Öcalan’ın Rusya’daki kalışı 33 gün sonra sona erdi. Bu onu 12 Kasım 1998’de geldiği Roma’ya götürdü.
İtalya’da siyasi çözüm şansı
İtalya, hem NATO hem de AB üyesi olan Yunanistan’ın ardından Öcalan’ın Kürt sorununa siyasi çözüm şansı bulmayı umduğu ikinci ülke oldu. Arka planda İtalya, Almanya ve Türkiye hükümetleri arasında Abdullah Öcalan’ın iadesi konusunda siyasi çekişme başladı. Bu arada Abdullah Öcalan İtalya’ya siyasi sığınma başvurusunda bulundu ancak Türkiye 1982’de hakkında tutuklama kararı çıkarmış ve iade talebini sürdürüyordu. Öcalan’ın Almanya’da bir Kürt’ün öldürülmesine karıştığı ve terör örgütü lideri olduğu şüphesiyle yargılandığı Almanya’dan da tutuklama kararı çıkmıştı. Aynı zamanda Kürt toplumu da tepki gösterdi ve Öcalan’ın ev hapsinde tutulduğu askeri hastanenin önündeki meydanda aylarca eylemler yapıldı. Bu durum Piazza’nın adının “Piazza Kurdistan” olarak değiştirilmesine yol açtı. Diasporanın her yerinden Kürt Halkı dayanışmalarını göstermek için Roma’ya geldi. 16 Kasım 1998’de İtalya Başbakanı Massimo D’Alema bir açıklama yaparak, İtalyan hukukunun idam cezası olan ülkelere iadeyi yasaklaması nedeniyle Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilmeyeceğini ifade etti. Abdullah Öcalan bugüne kadar İtalya’da birçok İtalyan şehrinin kendisine fahri vatandaşlık vermesiyle damgasını vurdu.
Bu arada Türkiye’de Kürtlere yönelik milliyetçi düşmanlık yoğunlaşıyordu. Katliamlar ve artan şiddet hızla yayılırken binlerce Kürt köyü yakıldı. İnsanlar Kürt oldukları için polisin gözü önünde linç edildi. Türk mağazalarına “Burada İtalyan ürünü satılmıyor” yazılı posterler asıldı. Türkiye’de ortam giderek faşistleşti. Türkiye’nin İtalya’ya yönelik açık siyasi tehditleri de artarken, Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem şunları söyledi: “Geçmişte İtalya’ya mülteci akışını sık sık engelledik. Ancak İtalyan hükümetinin tutumu nedeniyle bunları kontrol altında tutmak zor görünüyor” açıklamasını yaptı.
Kenya’ya çıkış
Birkaç gün sonra Milliyet gazetesi, Rus reformcu siyasetçi Galina Starovoytova’nın suikasta uğradığı haberini ön sayfasında şöyle yayınladı: “İtalya’ya uyarı”, “Öcalan’ın Rus destekçisi idam edildi”. Türkiye, Öcalan’ın iadesi için tüm imkanlarıyla mücadele ediyordu. Alman devleti, 8 yıldır yürürlükte olan tutuklama emrini hiçbir gerekçe göstermeksizin, Öcalan’ın sıcak patates gibi olduğunu, ona dokunan herkesin parmaklarının yanacağını söyleyerek iptal etti. İtalya’da durum zor olmaya devam etti ve 28 Kasım’da ABD Başkanı Ulusal Güvenlik İşleri Başkanı Yardımcısı Sandy Berger, İtalya’ya Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilmesi yönünde çağrıda bulundu. Aynı zamanda İtalya Dışişleri Bakanı Lamberto Dini ile Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer de bir araya gelerek Öcalan’ın nasıl mahkemeye çıkarılacağını planladı. Bu durum ABD ile diplomatik çatışmalara yol açtı ve sonunda Almanya’nın Avrupa’daki Kürt sorununun çözümünden geri adım atmasıyla sonuçlandı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) toplantısının ardından Fischer, İtalya ve Almanya’nın Öcalan’a yargı yetkisi kurmasının mümkün olmadığını açıkladı. Türkiye ve NATO müttefiklerinin baskısıyla Abdullah Öcalan’la diyalog yoluyla barışçıl çözüm şansının yok olduğu, tek amacın Öcalan’ın iadesi olduğu giderek daha açık hale geldi.
Sonunda Öcalan İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı ve Rusya’da bir mola verdikten sonra Atina’da başka bir uçağa bindirildi. Bu uçak CIA/NATO tarafından organize edilmiş ve onu uçak kalkmadan önce Öcalan’ın bilmediği Nairobi/Kenya’ya götürmüştü. Birçok ifade ve tanıklık ortadadır: ‘Öcalan’ın Avrupa topraklarına girdiği andan itibaren Kürdistan sorununu siyasi ve barışçıl bir şekilde çözme şansı hiçbir zaman olmadı.’ Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da MİT, CIA ve MOSSAD’ın ortak operasyonuyla Nairobi/Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliğinden kaçırılarak Türkiye’ye teslim edildi.’
Bu makalenin ikinci kısmı Rojava Devrimi ve YPJ’nin temellerinin Öcalan’ın paradigmasına nasıl dayandığı konusuyla devam edecek.