IŞİD’in gerçeği (Bölüm 2)

Şiddet ve barbarlığı meşrulaştırmak için cihat kavramını kötüye kullanmak
titelbild cropped

IŞİD’in gerçeği (Bölüm 2)

Şiddet ve barbarlığı meşrulaştırmak için cihat kavramını kötüye kullanmak

İslam Devleti serimizin ilk bölümünde IŞİD’in kuruluşunu, tarihini ve örgütlenmesini kısaca açıklamıştık. Bu makale ideolojik düzeye odaklanacak ve IŞİD’in vahşeti meşrulaştırmak için cihat kavramını nasıl kötüye kullandığını açıklayacaktır.

Cihat nedir?

Cihat kelimesi Arapça’dan gelmektedir ve ilk kez İslam’ın ortaya çıkışıyla kavramsallaştırılmıştır. İyi ve temiz bir niyetle çalışmak veya emek vermek anlamına gelir. Cihad kelimesinin kısaltılmış hali iş veya emek anlamına gelmektedir. Kelimenin kökeni Orta Doğu’daki İslam öncesi toplumlardan gelmektedir. İslam dini ortaya çıkmadan önce yüzlerce yıl boyunca toplumlar emek, çaba ve çalışkanlık değerlerinden etkilenmişlerdir. Bu cihat anlayışıyla, tek tanrılı dinlerin gelişmesinden önce, Ortadoğu toplumları için cihadın anlamlı bir yaşam ilkesi olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, cihat insanlar için güzel bir yaşamın yaratılmasında kutsal bir rol oynamıştır. İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte hem anlam hem de kavramın kendisi Tanrı ile tamamen ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir.

Dinin ortaya çıkışı insan düşüncesinin evriminde önemli bir adım olmuştur. İnsan zihninin bu gelişimi, toplumu muazzam bir şekilde değiştirmesi nedeniyle bir devrim olarak bile kabul edilebilir. Din, toplum içinde yüzlerce yıldır var olan kabile sorunlarının üstesinden gelmek ve bu sorunlara cevap vermek için yeni yollar oluşturmuştur. Orta Doğu’da İslam dini toplum üzerindeki etkisini en çok Muhammed’in varlığı ve halk arasındaki vaazları aracılığıyla göstermiştir. Cihadın Allah yolunda mücadele etmek, yani Allah için çalışmak anlamına geldiği ilk kez İslam’da görülmektedir. Anlamı Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde açıklanmıştır. İslam’da cihadın gerçek anlamı, düzeltmek, inşa etmek, yaratmak ve sürdürmek, yani iyilik yapmaktır. Bunun için de Allah’ın emri ve amacı doğrultusunda cihat etmeniz gerekir.




İslam’da cihadın gerçek anlamı şudur:

düzeltmek, inşa etmek, yaratmak ve sürdürmek,

iyilik yapmak.




İslam’ın başlangıcında, Müslümanlar Mekke’deyken, cihat sadece dil, tavsiye, dua ve İslam misyonunu üstlenmeye çağırmaktan ibaretti. Saldırı, öldürme ya da savaş yoktu. Müslümanlar topraklarından sürüldüklerinde ve göç ettiklerinde saldırıya uğradılar. Sonra onlara saldıranlara saldırma ve onları topraklarından çıkarma emri verildi. Ancak sadece onlara saldıranlara karşı – tüm insanlara değil. Bunun yanı sıra, Peygamber Muhammed Müslüman halka her zaman en büyük cihadın kişinin kendisine ve kendi nefsine karşı yaptığı cihat olduğunu söylemiştir. Kur’an’ın bir ayetinde, Muhammed’in ordusu silahlı bir çatışmadan geri çekilirken, küçük cihattan (fiziksel çatışma) en zor cihada, büyük cihada geldikleri söylenir.

Büyük ve küçük cihat

İslam’da genellikle yanlış anlaşılan ve kişinin kendi çıkarlarına göre yorumlanan iki ana cihat kavramı vardır. Bu kavramların her ikisi de cihadın tüm dünyaya ve özellikle de Orta Doğu toplumlarına karşı bir silah olarak kullanılmasını meşrulaştırabilecek anlamlarla doldurulmuştur.

Büyük cihat, manevi bir şekilde mücadele etmek olarak bilinir. Bu, kötü arzulara karşı mücadele etmek ve kötü düşünce, alışkanlık ve uygulamalara karşı kişinin iradesini güçlendirmek anlamına gelir. Kişiliği iyiye doğru geliştirmek amacıyla kişinin kendisine karşı ve kendisiyle yaptığı içsel mücadeledir. Özünde cihat, ahlaki olarak saf olmayan, iyi olmayan özelliklere karşı mücadeledir. Buna göre, en önemli şey kişiliğinizin erdemleri üzerinde çalışmanızdır.

Küçük cihat, düşman güçlere karşı kendini savunma anlamına gelir ve iki kısma ayrılır: savunma ve saldırı cihadı.

Savunma amaçlı cihat (cihad-ı dâf’): Bu, Müslümanlar Mekke’deyken Kur’an’ın vahyinin ilk aşamasında bulunabilir. Savunma amaçlı cihat, İslam’ın korunması için çalışmak anlamına gelir. Kur’an’da, İslam’a bir saldırı olursa, kendinizi savunmanın ve karşılık vermenin bir Müslüman olarak hakkınız olduğu açıklanmaktadır. Başka bir deyişle savunma amaçlı cihat, İslam’ın saldırılara karşı korunması anlamına gelir. Kur’an ayetlerinde, biri size saldırana kadar kimseye saldırmayacaksınız ve kimseye dokunmayacaksınız, çünkü Allah şiddeti sevmez der.




Kuran ayetlerinde şöyle diyorlar:

birisi sana saldırana kadar sen kimseye saldırmayacaksın,

ve kimseye dokunmayacaksın çünkü Allah şiddeti sevmez.




Saldırgan cihat (cihad-ı talab): Bu, Kur’an’ın son aşamasında, Mekke’de saldırıya uğradıktan sonra Müslümanların Medine’ye göç ettikleri zaman yer alır. Bu nedenle Kur’an’da Müslümanlara saldıranlara karşı savaş başlatılması ve ülkelerine dönmeleri emredilmiştir. Buna göre, eğer Müslüman olurlar ve ülkelerini geri verirlerse, o zaman gitmelerine izin vermenin vacip olacağı söyleniyordu. Ancak Müslüman topraklarını işgal etmeye devam ederlerse ve Müslüman değillerse, o zaman onları öldürmeye izin verilirdi. Burada söylenmek istenen, birileri topraklara ve Müslüman halka saldırmadıkça hiçbir Müslümanın başkalarına saldırmayacağıdır. Ancak Peygamber Muhammed’in ölümünden sonra bu cihat kavramı çarpıtılmış ve kişisel ve siyasi çıkarlara göre kullanılmıştır.

Peygamber Muhammed’in ölümünden önce ve sonra cihat

Cihat kavramını analiz ederken, Peygamber Muhammed’in ölümünden önceki ve ölümünden sonraki zaman arasında ayrım yapmak çok önemlidir. Vefatından önce en büyük cihat, kişinin kendisine ve kendi kişiliğine karşı yaptığı cihattı. Cihat, öldürerek ve yağmalayarak değil, bilgelik ve ikna ile yapılırdı. Muhammed’in ölümünden sonra, bu cihat uygulaması büyük ölçüde tersine çevrildi. Bu, Peygamberin ölümünden sonra meydana gelen tarihsel gelişmelerle bağlantılıdır. Bu dönemde İslam’da üç ideolojik eğilim ortaya çıkmıştır ve bunların hepsi Muhammed’in yerine kimin geçeceği sorusuyla bağlantılıdır. Muhammed öldüğünde, bedeni üç gün boyunca yerde kaldı çünkü herkes iktidar için savaşıyordu ve Halifeliği kimin alacağı konusunda anlaşamıyorlardı. Muhammed bir halef tayin etmediğinden ve hayatta kalan oğlu olmadığından, bir çatışma ortaya çıktı.




Muhammed’in ölümünden sonra bu cihad uygulaması

büyük ölçüde tersine döndü.

İslam’da Muhammed’in halefinin kim olduğu sorusuyla bağlantılı

üç ideolojik eğilim ortaya çıktı.




İlk ideolojik çizgi, ‘göç edenler’ anlamına gelen ve Muhammed Peygamber ile birlikte Mekke’den Medine’ye göç edenlere atıfta bulunan Muhacirin’de bulunabilir. Bunlardan biri, başlangıçta Muhammed’e karşı çıkan ancak daha sonra İslam’ı kabul ederek Medine’ye göç eden Ömer olarak da bilinen Ömer bin el-Hattab’dır. Muhacirler, Muhammed’e ilk güvenenler oldukları için Halifeliği almaya meşru olanların kendileri olduğunu söylediler.

İkincisi, Arapça ‘yardımcılar’ anlamına gelen El-Ensar arasında bulunur. Bunlar, Muhammed ve takipçileri Mekke’den göç ettiklerinde onları karşılayan Medine’nin yerel halkıydı. Muhammed’le birlikte savaştılar ve Mekke’nin önde gelen Arap kabilesi Kureyş’e karşı çıktıklarında birçoğu şehit oldu. El-Ensar, Muhammed Peygamberin yanında kan döktükleri için Halifeliği ilk kendilerinin alacağını söyledi.

Üçüncüsü, Muhammed Peygamberin ailesini ifade eden Ehl-i Beyt arasında görülebilir. Ali bin Ebu Talib, kuzeni ve damadı olarak Muhammed Peygamberin ailesinin üyelerinden biriydi. Ali savaşa gittiğinde, bir konsey Ebu Bekir es-Sıddık’ı yeni Halifeliğin ilk Halifesi olarak atadı çünkü Muhammed Peygamberin düşüncesini yayan ve onu insanlara tanıtan ilk kişiydi.

Ebu Bekir es-Sıddık’ın ölümünden sonra Halifelik Ömer bin el-Hattab, ardından Osman bin Affan ve dördüncü Halife olan Ali bin Ebu Talib tarafından yönetilmiştir. Bu dört kişi doğru yolu bulan halifeler olarak bilinir. Ali öldürüldükten sonra Halifelik, İslam’ın ortaya çıkışından önce Mekke’de bulunan bir Arap kabilesi olan Emevilerin eline geçti. Tüm İslam dünyasını yönetmeye devam ettiler ve halifeliği oğulların babalarından yönetimi devraldığı bir hanedanlığa dönüştürdüler.

Bundan sonra birçok dini mezhep ortaya çıktı ve Müslümanlar arasında çatışmalar başladı. Kurulan otoriteye karşı çıkan çeşitli İslami hareketler ortaya çıktı, ancak hiçbiri başarılı olamadı ve birçoğu artık İslam tarihinin geçmişinde kaldı. Sonuç olarak, İslam güce ve devletlere bağlandı ve dinin gerçek doğasından daha da uzaklaştı.

Cihadın anlamını çarpıtmak

İslam dini iktidar sahipleri tarafından giderek daha fazla kullanılmaya başlandığında, cihat kavramı tamamen silahlı savaş ve öldürme, katliam, kafa kesme ve kan dökme kavramlarıyla ilişkilendirilmiştir. Peygamber Muhammed, hiç kimsenin Kuran’ı parçalamaması, bölmemesi ya da seçerek kullanmaması konusunda uyarmıştır, çünkü Kuran bir daire gibi birbirine bağlıdır. İslam’ın ortaya çıkışının temel amacı insanları cehaletten kurtarmak, sosyal adalet ve barış yaratmaktı. Muhammed’in savaş durumunda belirlediği belirlediği ilkelerden biri de eğer düşmanınız barış istiyorsa, o zaman hemen silahlarınızı bırakmalı ve barış yapmalısınız.

Bu temelden hareketle, cihat kavramının çarpıtıldığı ve gerçek kökenlerinden koparıldığı açıktır. İslam’ın başlangıcından bin beş yüz yıl sonra, kendilerini İslam’ın tek gerçek takipçileri olarak gören, ancak siyasi gündemleri için tahakküm ve güç elde etmeyi temel alan gruplar var. Dinin en önemli unsurlarından biri olan diyalog, yorumlama ve tartışmayı durdurdular. IŞİD’in şeriat hukukunun yorumlanmasına ilişkin tartışmalara izin vermemesinin nedeni budur. Bu nedenle IŞİD cihat kavramını “kafirlerle” savaşmak için bir meşrulaştırma aracı olarak kullanıyor.

IŞİD, Ortadoğu’da dinin çok etkili olduğunu biliyor. İdeolojilerini yaymak için insanların dini duygularını kullanıyorlar. Kurallarının ve uygulamalarının iyi bir Müslüman olmak isteyen herkes için zorunlu olduğunu iddia ediyorlar. Bir Halifelik kurmak amacıyla binlerce insan cihat için Irak ve Suriye’ye geldi. IŞİD çarpıtılmış cihat kavramını insanları kandırmak için kullandı. Binlerce insan kendi yasalarına itaat etmeye zorlandı, kaçırıldı, işkence gördü ve kafaları kesildi – tüm bunlar cihat yoluyla meşrulaştırıldı. Kadınlar hem gönüllü olarak cezbedildi hem de cinsel cihat anlamına gelen jihad al-nikaha zorlandı ve yeni bir militan nesli yaratmak için IŞİD savaşçılarıyla evlendirildi.

IŞİD cihat adına İslam kültürüne büyük zarar verdi. Cihat kavramı etrafında kendi propagandasını yaratan IŞİD, vahşi bir canavar gibi Ortadoğu halklarına saldırdı. Türk devletinin yeşil ışığı ve desteğiyle IŞİD öyle bir boyuta ulaştı ki, adını duyan bile korkudan kaçacak hale geldi. Savaşlarıyla ünlü ulus devlet orduları ve güçleri IŞİD’in önünde durmadı, karşı çıkmadı ve korkakça kaçtı.




IŞİD, cihat adı altında İslam dinine büyük zarar verdi.




Cihat, Muhammed Peygamberin kastettiği şekliyle, ahlaki bir vicdana dayanıyordu. IŞİD bununla çelişti ve bunu sözde kafirlerle savaşmaya dönüştürdü. Muhammed İslam’ın kimseye zorla kabul ettirilemeyeceğini ve herkesin Müslüman olmak zorunda olmadığını söylemesine rağmen, IŞİD’in işgal ettiği her yer sert yaptırımlar ve şiddetle yönetildi. Peygamber Muhammed’in İslami mücadelesine göre analiz edersek, IŞİD’in pratiği kafirlerin ve inançsızların pratiğidir. IŞİD’in amacı İslami ilkelere göre bir devlet kurmak değil, faşist ve işgalci bir devlet kurmak ve genişletmektir.

“Temelinde toplum olan İslam demokrasiyle ilişkilidir”

YPJ olarak ‘İslam Devleti’ne karşı sadece askeri olarak değil, ideolojik olarak da büyük bir direniş gerçekleştirdik. Onların insanlık karşıtı ideolojisine karşı Demokratik Ulus fikrini ortaya koyduk. Bu paradigmanın lideri ve filozofu Abdullah Öcalan, İslam’ın tarihini ve anlamını derinlemesine analiz etmiştir. Türkiye’nin İmralı adasında hücre hapsindeyken yazdığı Savunma Yazıları’nın beşinci bölümünde İslam’ın ortaya çıkışından bahseder: “Uygarlık tarihinde her devrimde bir ikilik meydana gelmiştir. İslam devriminde ise bu zor bir şekilde oluşmuştur. Gerçekleştikten kısa bir süre sonra tartışmanın ana konusu, demokratik devrim çizgisinde mi yoksa egemen devrim çizgisinde mi devam edeceğiydi. İslam’ın ortaya çıktığı günden itibaren her iki eğilim de kendini ağır bir şekilde hissettirdi. Aşiretlerin üst tabakası ve iktidara hevesli olanlar devrimi İslami sultanlığa doğru götürmeye çalışırken, aşiretlerin alt tabakası ve köle unsurlar İslam’ı demokratik bir çizgide götürmeye çalıştılar.”

İslam’ın ortaya çıkışından sonra iki çizgi olduğu açıktır: demokratik olan ve baskıcı olan. Abdullah Öcalan, İslam’ın iktidara hizmet için kullanılmaya devam edilmesi durumunda neler olacağını analiz etmeye devam ediyor: “Toplumu esas alan İslam demokrasiyle ilişkilidir, halkı destekler ve korur. (…) Her zaman iktidar talebiyle yükselen bireysel İslam, derin anlamını toplumdan koparır. Devlet İslamını bir din olarak kabul etmek çok zordur.”




“Temeli toplumu olan İslam, demokrasiyle ilgilidir, insanı destekler ve korur.


(…) İktidar talebiyle daima yükselen bireysel İslam,

derin anlamını toplumdan koparıyor.”

A. Öcalan.




Abdullah Öcalan, devlet ve din arasındaki bağlantıya ilişkin olarak şu sonuca varıyor: “Devlet mi dini kullanmıştır, yoksa din mi devleti kullanmıştır? Eğer devlet dini kullanıyorsa, o din kimliğini kaybetmiştir. Devletin din tarafından, dinin de devlet tarafından gerekçelendirilmesi, dinin muhafazakârlaşmasının, anlamsızlaşmasının ve içinin boşalmasının en önemli nedenidir.”

Barışçıl toplumların onayıyla öz savunma ve Demokratik İslam

Siyasal İslam ve cihat adı altında birçok ülke istila edildi. Bugün sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın dört bir yanında cihadın kötüye kullanımı, ataerkilliğin ve faşizmin güç kazanmasının en tehlikeli araçlarından ve silahlarından biri haline geldi. İslam’dan pek çok önemli ve faydalı gelişme çıkmış olmasına rağmen, dinin kötüye kullanılmasıyla yürütülen siyaset ve savaş, toplumu binlerce yıl önceki medeniyete gerilemeye zorlamaktadır. Muhammed’in devrimi o zamanki toplum için ilaç gibiydi. Ancak dini iktidar ve devletle ilişkilendirenlerin elinde bu ilaç bir zehre dönüştü.

YPJ olarak, örgütlü öz savunmayı ve Demokratik İslam’ın tartışılmasını ve geliştirilmesini IŞİD ideolojisine karşı koymanın temel bir unsuru olarak görüyoruz. Toplumda, İslam içinde olduğu kadar farklı dinler ve inançlar arasında da diyaloğa izin veren bir bilinç oluşturduğumuzda, toplumun kendisi de gelişecektir. Toplum, IŞİD ideolojisi tarafından dayatılanlar gibi psikolojik saldırılara karşı kendisini ideolojik olarak savunma becerisi kazanacaktır. Dolayısıyla öz savunma sadece silahla yapılan fiziksel bir savunmayı değil, aynı zamanda zihinsel alanı da kapsamaktadır. Özellikle IŞİD’in kadın düşmanı saldırılarından en çok zarar gören kadınların, IŞİD ideolojisinin zihinsel kalıntılarını aşmak için kendilerini ve toplumlarını eğitmeleri gerekmektedir. YPJ ve Ortadoğulu kadınlar olarak IŞİD’le ve onun temsil ettikleriyle mücadele etmeye devam edeceğiz. Egemen erkek sistemine karşı, kadın devrimini ilerletme sözü veriyoruz.

Bu serinin son bölümünde, Kuzey ve Doğu Suriye Savaş Yaralıları Federasyonu liderlerinden biriyle IŞİD’in doğasını analiz edeceği ve Kobane Savaşı’nda onlarla savaşırken yaşadığı deneyimi anlatacağı bir röportaj yayınlayacağız.