Lozan’ın üzerinden 100 yıl geçti;
100 yıllık direniş

Lozan Antlaşması'nın Ortadoğu'ya ve özellikle Kürt Halkına etkisi
lausanne

Lozan’ın üzerinden 100 yıl geçti;
100 yıllık direniş

İçindekiler:

Bu yazımızla Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından 100 yıl sonra özellikle bugün Ortadoğu’daki sonuçlarını ortaya koymak istiyoruz. YPJ olarak bu düşünceleri paylaşma ihtiyacı görüyoruz çünkü günümüzde kendimizi savunmak zorunda kaldığımız tehditlerin çoğunun, ulus devletlerin burada kurulduğu dönemden kaynaklandığına inanıyoruz. Topraklarımızda ulus devletlere karşı mücadele ve direniş, Önderimiz Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm önerisini detaylandırmasına ivme kazandırdı; onun önerisi bizim de parçası olduğumuz devrimin temelidir.

Ulus devletlerin ortaya çıkmasının sonuçları nelerdir? Aslında pek çok farklı kültür ve milletin rengarenk bir mozaikte kesiştiği bir coğrafyaya nasıl uyum sağlıyorlar? Burada ulus-devletin dışındaki etnik azınlıklar veya kültürler nasıl ele alınıyor? Hangi direniş biçimleri uygulanıyor, direnenlere yönelik ne tür baskı, şiddet ve katliamlar yapılıyor? Son olarak bu direnişler hangi alternatifleri hayata geçirebildi? Kriz içindeki insanlığın ihtiyaçlarına burada inşa edilen alternatiflerle ne ölçüde cevap bulabiliriz? Bunun için işe tarih analiziyle başlamak önemlidir.

Anlaşmanın imzalandığı tarihteki siyasi durum

Yıl 1923: Birinci Dünya Savaşı beş yıl önce çok uluslu Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Rusya ve Alman imparatorluklarının dağılmasıyla sona erdi; Ulus devletler, Avrupa’da güçlü sömürge politikalarına sahip tek yönetim biçimi olarak ortaya çıkmaya başladı ve İtalya’da Benito Mussolini yeni başbakan olurken, Hitler Almanya’da siyasete girmeye başlar diğer yanda birkaç yıl önce Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi dünya işçi sınıfının umutlarını alevlendirir. Türkiye’de, o yılın Ekim ayında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girer

Türk ulusal kimliğinin inşasının başlangıcı

Bugünkü Orta Asya kökenli Türk halkları, M.S. 11. yüzyılda Anadolu’ya yerleşen ve “Hunlar” olarak bilinen gruba mensuptur. 1910 yılında Türk etnik kökenine sahip halklar, günümüz Türkiye topraklarının nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuyordu. Azeriler, Lazlar, Kürtler, Çerkezler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler Anadoluda yaşayan halklardı. Özellikle Kıbrıs adası, Akdeniz’e bakan kıyıları ve Hazar Denizi’ne bakan kıyılarının bir kısmı ile bazı iç kesimlerde ağırlıklı olarak Rumlar, güneydoğuda Kürtler ve kuzeydoğuda Ermeniler çoğunluktaydı. Osmanlı İmparatorluğu, derin otoriter ve antidemokratik özelliklerini korumakla birlikte, bir devletin tek bir dil, din, etnik köken ve milletle karakterize edilmesini gerektiren ulus-devlet yaklaşımına sahip değildi ve bunula beraber artık Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedenleri arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu dağılmak üzereydi.

Ermeni soykırımından bir kare

Mustafa Kemal’in mensubu olduğu Jön Türklerin önderlik ettiği Türk milliyetçi hareketleri, Avrupa’daki gibi bir ulus devlet inşa etme hedefini taşıyordu. Etnik açıdan homojen bir bölge fikrinin ardından Osmanlı İmparatorluğu, 1915 ile 1919 yılları arasında en az 3 farklı halka karşı soykırım gerçekleştirdi: Bunlardan ilki: Ermeni nüfusuna karşı oldu 1,5 milyon insanın katledilmesiyle sonuçlandı. Ancak Türk devleti bugüne kadar bu olayları soykırım olarak tanımadı ve tanımıyor. Katliamların diğer yıllarda Nazi soykırımına ilham olması ve Hitlerin, Atatürk’ü ‘ustam’ olarak adlandırması yapılan soykırımların dehşetini ifade etmektedir. Türk ulus devletinin inşasının temellerini atmak için, başlangıçta devletten farklı din, kültür ve etnik kökene sahip halkların yok edilmesi gerekiyordu.

Lozan Antlaşması’ndan hemen önce yaşananlar
Misak-ı Millî sınırlarının haritası

1916’da Sykes-Picot Anlaşması topraklarımızın Fransız ve İngiliz sömürge güçlerinin arasında paylaştırılmasıyla Ortadoğu’nun sömürgeci bölünmesinin temelini attı. Osmanlı İmparatorluğu parlamentosu 28 Ocak 1920’de son kez toplandığında, Türk devletinin sınırlarını belirleyen Misak-ı Millî adlı bir yemin (veya anlaşma) oluşturuldu.Türk devleti gelecekte bile hiçbir zaman Misak-ı Millî’de anlatıldığı kadar büyük olamayacaktı ama o günden bu yana Türk milliyetçileri bu sınırlara ulaşmanın hayalini kurdu.

Sykes-Picot Anlaşması Haritası

Hemen ardından 10 Ağustos 1920’de Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri Almanya ile Osmanlı Devleti arasında Sevr Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmada Türkiye bölgelere ayrılmış ve günümüz Türkiye’sinin en güneydoğusunda küçük bir bölge olan Kürdistan’ın var olma ihtimali ortaya atılmıştı. Bu anlaşmanın 62-63-64. maddeleri, Kürt yönetimi altında bir toprak inşa edilmesini öngörüyor, sınırlarını belirlemek için çok uluslu bir komisyon görevlendiriyor ve Türkiye’yi bu komisyonun kararlarına uymakla yükümlü tutuyordu.

1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bileşenleri Sovyetler Birliği ile Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan cumhuriyetleri arasındaki sınırları belirleyen Kars Anlaşması’nı imzaladı. Bu aslında yeni oluşan Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir ittifakı güçlendirdi ve kısa süre sonra Sevr Anlaşması’nı tanımadığını açıklayarak yeni bir konferansa ihtiyaç duyan Türkiye’nin pazarlık gücünü artırdı.

Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan kentinde başlayan bu konferansa İngiltere (Lord Curzon başkanlığında), Fransa (Raymond Poincare konuşmasıyla), İtalya (Benito Mussolini konuşmasıyla) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri katıldı. TBMM temsilcisi İsmet İnönü (Türk Devleti’nin kurucularından ve Türkiye’nin Mustafa Kemal’den sonra ikinci cumhurbaşkanı), kongreden 11 hafta sonra nihai anlaşmayı imzalamayı reddedecek kadar büyük bir inat gösterdi. Böylece Şubat 1923’te Lord Curzon çalışmaları bıraktı ve etkili bir sonuç elde edemedi. Bunun üzerine Türkiye yeni bir öneride bulundu ve Mart 1923’te konferans yeniden açıldı. 24 Temmuz 1923’te nihayet Lozan Antlaşması imzalandı.

Lozan Antlaşması
Sarı ve beyaz çizgili karışık nüfuslu bölgelerde Kürt çoğunluğunun bulunduğu Kürt nüfusu bölgesi

Lozan Antlaşması’nın imzalanması Ortadoğu’da ulus devletlerin ve özellikle Türkiye’nin yaratılmasının kapısını açtı. Tabi ki bölgede yaşayan halklara ve özellikle de tarihsel olarak Kürtlerin yaşadığı bölge (Kürdistan) hiçbir şekilde tanınmadı. Sonuç olarak Kürdistan ve Kürt Halkı Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerine parçalandı. Anlaşma, 1914-1920 yılları arasında meydana gelen olaylara (Ermeni, Rum ve Süryanilere yönelik soykırımlar gibi) yönelik af ilan ediyor ve bu şekilde etnik grupların katliamını yasal ilan ediyordu. İlginç bir şekilde, Ocak 1922’de Rum (Hıristiyan) nüfusun Türkiye topraklarından sınır dışı edilmesine ve aynı zamanda Yunanistan’daki Müslüman nüfusun Türkiye’ye nakledilmesine izin veren bir anlaşma onaylandı.

Anlaşmada tanınan Türk dışındaki etnik kökenler Rum, Ermeni ve Yahudiydi. Anlaşma da dini azınlıklara karşı ayrımcılık yapılmaması gerektiğini belirtiyordu ancak Kürt halkından bahsedilmedi. Açıkça belirtilmesine rağmen (md. 39) “[…] Herhangi bir Türk vatandaşının herhangi bir dili özel ilişkilerde, ticarette, dinde, basında veya her türlü yayında serbestçe kullanmasına hiçbir kısıtlama getirilemez, ya da halka açık toplantılarda […]” bu tavizler pratikte Kürt halkı için geçerli değildi.

Lozan Antlaşması imzalandı

Türkiye’nin sınırları yeniden çizildi ve Sevr Anlaşması’nda yer alan Türk topraklarındaki dış nüfuz alanları ortadan kaldırıldı. Türkiye toprakları Misak-ı Millî’de anlatılandan daha küçüktü ama yine de Mustafa Kemal, Lozan Antlaşması’nı “Osmanlı tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir diplomatik zafer” olarak tanımlamıştı. Faşizmin güçlendiği bir Avrupa, Türkiye’ye yapay Türk kimliğinin inşasını tamamlaması ve bu kimliğe uymayanları ortadan kaldırması için yeşil ışık yaktı. Anlaşmada bir kez bile Kürt veya Kürdistan kelimesi yazılmadı (her ne kadar Kürtler bölgedeki en kalabalık etnik gruplardan biri olsa da).Aslında binlerce yıllık tarihiolan Kürt Halkınakarşı tek bir atıfta bile bulunulmamıştı.

Kürdistan ve Kürt Halkı dört devlete bölündü

Lozan Antlaşması ile Kürt halkı kendisini 4 devlete (Türkiye, Suriye, Irak, İran) bölünmüş halde buldu. Türkiye de bulunan diğer halklar da (Süryani, Ermeni, Çerkes, Laz vb.) kendilerini bölünmüş ve kültürlerini kabul etmeyen ve tanımayan devlet kurumlarının içine hapsolmuş halde buldular. Çoğu durumda aileler kendilerini bir sınır nedeniyle birbirlerinden ayrılmış halde buldular ve tekrar bir araya gelmeleri mümkün olmadı; bazı kasabalar (Nuseybin/Qamişlo veya Ceylanpınar/Serekaniye gibi) yeni sınır nedeniyle ikiye bölünmüş durumdaydı.

Türkiye
Newroz Kutlaması

Lozan Antlaşması’ndan sonra Mustafa Kemal’in fikirlerinden yola çıkan Türk hükümetinin temel hedefi, Türk olmayan tüm kültürleri asimile etmekti. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü Lozan için : “Misyonumuz Türkiye sınırları içinde yaşayan herkesi Türkleştirmektir” ve yeni kurulan cumhuriyetin sloganlarından biri de “Ne Mutlu Türküm Diyene” ifadelerini kullandı. Bu özellikle Türk topraklarında Türklüğü sevmenin gerekli olduğu anlamına geliyordu. Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde, Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve yargı organlarını alenen aşağılayan kimseye altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörülüyordu.

Daha önce nüfusu boşaltılmış bir Kürt köyü; Ulaş, Dargeçit İlçesi’nde

Artık ulus-devlet fikrinin en faşist yorumlarına uygun olarak Türk olmayan her şey Türkleştirilecek ya da silinecekti. İşe veya eğitim sistemine girmek isteyen herkesin Türkçe bilmesi gerekiyordu. 1980’de Kürtçe kamusal ve özel alanlarda yasaklandı: sadece kamu dairelerinde veya sokaklarda olmayıp kişisel alanlar da ve evdeler de yasaklandı. Kürtçe isimler, Kürtçe ve Kürdistan kelimeleri yasaklandı. Önemli kutlama olan Newroz (bahar bayramı) dahil olmak üzere kıyafet ve gelenekler yasaklandı. Köyler yakıldı ve Kürt nüfus asimilasyon amacıyla Türkiye’nin diğer bölgelerine zorla sürüldü. Kürtlerin yaşadığı bölgeler sıkıyönetim altına alındı. Kürt siyasetçi, sanatçı ve gazetecilere yönelik tutuklamalar hız kesmeden devam etti. Diğer kimliklerin silinmesi, Kürt etnik kökeninin var olmadığı, Kürtlerin sadece “Dağ Türkleri” olduğu ve isminin karda yürürken ayakkabıların çıkardığı “kart kurt” sesinden türediği iddiası öne sürüldü.

Şeyh Şerif, Şeyh Said, Şeyh Kasım, Şeyh Abdullah

Kürt nüfusunun bölgedeki en eski nüfuslardan biri olmasına rağmen (Kürtçe adı “yüksek yerlerden gelen” anlamına gelen kur-ti’den türemiştir ve Sümer kökenlidir), Türk nüfusu ise daha önce anlatıldığı gibi bölgeye nispeten yakın zamanda göç etti. Bu ayrımcılığa karşı Kürt halkının direnişi devam etti. Kahramanlık dolu olaylar yaşandı ve birçok durumda kadınlar önemli bir rol oynadı.İnsanlar onlarca kez ayağa kalktı. 600 isyancının asıldığı, 500.000 kişinin sınır dışı edildiği ve yaklaşık 300.000 sivilin katledildiği Diyarbakır bölgesindeki Şeyh Sayid ayaklanmasında olduğu gibi, ayaklanmalara öncülük edenler aşiret liderleriydi.

Alevi Semahı

Diğer bir örnek ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana merkezi iktidarı kabul etmeyen ve özellikle inancı nedeniyle zulüm gören, çoğunluğu Alevi din ve kültürüne (eski Zerdüştlüğün izlerini hâlâ koruyan bir İslam biçimi) sahip bir Kürt şehri olan Dersim’deki isyandır. Bu ayaklanmanın ardından gelen baskılar o kadar kan döktü ki, şehrin ortasından geçen Munzur Nehri’nin renginin kırmızıya döndüğü söyleniyor (rakamlar 15.000 ila 47.000 kişinin katledilmesi). Türk askerleri Kürt kadınlarına defalarca tecavüz etti, öyle ki binlerce kişi onların eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan attı.

Suriye

Lozan’ın Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki sonuçlarına baktığımızda, Suriye’nin, adını bölgedeki Süryani etnik gruptan alsa da kendisini hâlâ Arap olarak adlandırdığını ve topraklarındaki tüm halkları Araplaştırmaya devam ettiğini görebiliriz. Suriye’de Kürt halkı çoğunlukla kuzeyde, Türkiye sınırına yakın bölgede yaşıyor.

Amude kasabasındaki sinemada çıkan yangının sanatsal temsili

Baas hükümeti bu bölgede bir “Arap kuşağı” kurma kararı aldı. Arap nüfusunun bir kısmını başka yere nakletti, Kürt nüfusunu da göçe zorladı, mallarına el koydu. Suriye’de 1962 yılında Kürt nüfusunun çoğunun vatandaşlığı iptal edildi. Vatandaşlığı olmayan Kürtler, Arap vatandaşlarla aynı çalışma ve eğitim haklarından yararlanamadı. Suriye devleti, su ve elektrik dahil olmak üzere temel ihtiyaçları vatandaşlarına düşük bir fiyata dağıttı: bu yardımlar vatansız nüfusa hiçbir ulaşmadı. Okul programına katılıma izin verildi ancak gerçek bir diploma alınmadı. Kürt Halkının arazi ve konut edinmesi imkansızdı. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde istihdam ve eğitim fırsatları minimuma indirildi ve ofis, okul vb. isimleri Arapçaya çevrildi. Suriye’de Amude şehrinde yer alan sinema da çıkan yangında 283 kişi katledildi, sinema da yangın başladığı esnada 500 çocuk içerde yer almaktaydı. Yangın sırasında kapılar kilitliydi ve hiçkimse kapıları açamadı. Katliamla sonuçlanan olay hakkında herhangi bir soruşturma yürütülmedi.

Irak
Halepçe Katliamından bir fotoğraf

Irak’ta Kürtlerin vatandaşlıklarının iptali, Feyli aşiretine mensup Kürtlere yönelik zulüm ve Irak topraklarından sınır dışı edilmeyle aynı dönemde, 1979’da gerçekleşti. 1961-1970 yılları arasında bu aşirete mensup 200.000 Kürt Irak topraklarından sürüldü. Irak Baas hükümetinin Güney Kürdistan’da gerçekleştirdiği Enfal katliamında kimyasal silahlardan yoğun bir şekilde yararlanıldı. Rakamlara göre 182.000 kişi öldü, onlarca binlerce kişi yaralandı ve sakat kaldı ve 220.781 aile (1.021.758 kişi) evini terk etmek zorunda kaldı.

Leyla Kasım

Bu dönemde Güney Kürdistanlı Kürt siyasetçi Leyla Qasim’in direnişi önemli bir örnek oluşturdu. Irak’ta Baas rejimi tarafından katledilmeden önce “Beni öldürün ama şunu bilin ki beni öldürmekle binlerce Kürt derin uykudan uyanacaktır” demişti.

İran

İran’da Kürt halkına yönelik baskılar arasında tahliyeler, evlerin yıkılması, Kürtlerin yaşadığı bölgelerin ekonomik olarak ihmal edilmesi, keyfi tutuklamalar ve zulümler yer alıyordu. İran’da uygulanan idam cezasında çok sayıda Kürt aktivistler asıldı.

PKK’nin rolü

Bütün bu ayaklanmalar ve isyanlar Kürt halkının dayanıklılığını, asimilasyona karşı direnişini, mücadeleciliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Peki o zaman bu ayaklanmalar neden başarısız oldu? Bunun nedenlerinden biri de Kürt halkının 4 devlet arasında bölünmüş olması nedeniyle ayaklanmaların parçalı olmasıdır. Gerek aşiretler arasında, gerekse devlet sınırlarının dayattığı bölünmeler, mücadelelerinin tek bir noktaya gelmemesi ve bu nedenle birer birer bastırılması anlamına geliyordu. Üstelik güçlü bir öneriyi hayata geçirebilecek güçlü bir liderin eksikliği vardı. Bu doğrultuda önemli bir atılım olan, 1978 yılında Abdullah Öcalan tarafından PKK’nin (Kürdistan İşçi Partisi) kurulması ve 1984 yılında silahlı mücadelenin başlaması yaşandı.

Türkiye, PKK gerillalarına karşı kimyasal silah kullanıyor

İlk defa bu bir aşiret bağlı ya da dört eyaletten biriyle sınırlı bir isyan değil, daha geniş bir devrimdi. Gerilla savaşı bütün bir halka güç ve umut vermeyi başardı. Özellikle Türk devletinin bu partiye yönelik baskıları, hapishanelerde işkenceden, devrimcileri destekleyen köylülerin köylerinin yakılmasına, günümüzde ise zehirli gaz kullanımına kadar devam etti ve etmektedir. Halkımızın tarihi ışığında, devletlerin uyguladığı baskılar ışığında, halkımızın Önderi Abdullan Öcalan nihayet demokratik ulus projesiyle, devletçiliğe dayalı olmayan, korumayı ve sürdürmeyi başaran bir barış çözümünü önermeyi başardı.

Çözümümüz: Demokratik Ulus

Kuzey ve Doğu Suriye’nin Derik kentinde Türk drone saldırılarında şehit düşenlerin cenaze töreni

Burada gördüğümüz şey, Orta Doğu’ya özgü olmayan bir iktidar biçiminin (ulus devlet) bizim bölgelerimize ithal edildiğidir. Yüz yıl sonra burada yaşanan savaşlar, tek devlet için tek millet ideolojisine dayanan ulus devletlerin, halkların, etnik kökenlerin ve ulusların rengarenk bir mozaik halinde harmanlandığı bir coğrafyaya barış getirmede başarısız olduğunun kanıtıdır. Türkiye’de Erdoğan hâlâ Misak-ı Millî yeminini düşünüyor, hâlâ Musul, Oniki Yunan Adasının bir gün kendi kontrolüne geçeceğini ilan ederek Osmanlı’nın ihtişamını hayal ediyor. Bu nedenle 2018 yılında Efrin, 2019 Serekaniye ve Gire Spi (Kürt Halkının Suriye’de yaşadığı şehirler) işgal edildi. Türkiye bu bölgelerde zorla göç ve etnik temizlik yoluyla demografik değişim gerçekleştirmektedir. Oluşturulan sınırlar ve özellikleri bize dayatılan bu ulus-devletler, kimliklerini dökülen kanlar üzerine kurmuşlardır. Kürt Halkı sadece fiziksel olarak katledilmedi. Kürt Halkı tarihi, dili, halayları, yemekleri, efsaneleri, sanatı ve ahlakı ile şekil alan bir halktır. Bunları yok etmek, kimliğimizi yok etmektir.Bu aynı zamanda bizim için katliam olmaktadır. Bu nedenle dayatılan ulus devletler bizim için ölüm demektir. Lozan’ın 100.yılında kesinlikle başka bir çözüme, devlet dışı bir çözüme ihtiyacımız var. Kuzey ve Doğu Suriye’deki devrimde ulus devlete somut bir alternatif olan sınırları olmayan demokrasiyi inşa ediyoruz.

Bugün Kuzey ve Doğu Suriyedeki halkların barış çözümünü, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kontrolü altındaki bölgelerin göreceli sakinliği, Suriye’nin diğer bölgelerinden kaçan halkları da kendine çekiyor. Özerk Yönetim geçtiğimiz aylarda demokratik bir Suriye için 9 maddelik, Kürt sorunu krizinin halkların sesiyle çözülmesi yönünde somut bir öneri ortaya koydu. Buna rağmen BM himayesinde Cenevre’de yürütülen ve Rusya, İran, Türkiye ve Suriye’nin katılımıyla Astana’da (Kazakistan) yürütülen sözde barış görüşmeleri, öneriyi yapan Özerk Yönetimin katılımı sağlanmadan yürütüldü. Bu nedenle Özerk Yönetim himayesinde yaşayan halklar için herhangi bir çözüm uygulanmadı.

Bugün bahsettiğimiz barış çözümleri, Abdullah Öcalan’ın tarif ettiği demokratik ulus modeli temeline dayanmaktadır. Demokratik ulus kavramı her milletin kendi kültürünü bulabileceği, renklerini ifade edebileceği, devlet olmayan bir millet kavramı olarak adlandırılabilir. Demokratik ulus aynı zamanda Kadın özgürlüğünü merkezine alan ve bu sayede insan ahlakına ve kendi kaderini tayin etme kapasitesine dayalı ekolojik, demokratik bir toplum olmayı esas almaktadır.Bu nedenle Rojava devriminde, yaşamı anlama biçiminde de bir devrim yaşanıyor. Köklerini insanlığın köklerinden alan, henüz imparatorların olmadığı, cinsiyet baskısının olmadığı, doğanın sömürülmediği zamanlara gönderme yapan bir devrim olma özelliğini korumaktadır. Bununla beraber Kürt halkının mücadelesini ve dünyadaki tüm mazlum halkların mücadelesini amaçlayan bir devrimdir. Rojava Devrimi YPJ olarak savunmaktan gurur duyduğumuz bir devrim çerçevesinde yerini koymaktadır. Bugün farklı etnik kökenden halkın bir arada yaşadığı devrimi Lozan 100 yıl sonra bile barış içerisinde devam ettiyoruz.

Bugün dünya güçleri, yaşadığımız krizi ulus-devlet gibi ölüm araçlarıyla çözeceklerini iddia ediyor. Bu durumda demokratik ulus sadece bir öneri değil, Kürdistan, Ortadoğu ve nihayetinde dünya için bir yaşam vaadi haline gelmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Eşbaşkanı Berivan Xalıd’in değerlendirmesi: “Bugün Lozan Antlaşması mağdurları olarak bizler, bu devrimin kazanımlarını savunacağımıza ve demokratik ulus projesini uluslararası bir proje haline getireceğimize söz veriyoruz.”